Kırk dört ay ve Kırk Dört Yıl 6- Samira, Razan, Wael, Nazem ve Diğer Mutlak Ötekiler

Sağdan sola: Razan, Wael, Samira, Nazem. Yukarıdaki yazıda şöyle deniyor: "Özgürlük ve onur devriminin aktivistlerinin kaçırılmasının üzerinden bir yıl geçti."
Yaklaşık on dört ay önce, Şam'ın birkaç kilometre doğusundaki Duma'da bir grup maskeli ve silahlı adam karım ve partnerim Samira al Khalil'i kaçırdı. Onunla beraber Razan Zeitouneh, Wael Hamadeh ve Nazem Hammadi de alıkonuldu. O zamandan beri, "Duma 4"ün aileleri olarak bu iki kadın ve iki adama dair doğrudan hiçbir bilgi almadık. Ancak faillerin "İslam Ordusu" adındaki Selefi militer oluşum olduğuna eminiz.
Samira 1987-1991 yılları arasında Hafız Esed rejimine karşı duran solcu bir aktivist olduğu için tutuklanmıştı. Devrimden önceki yıllarda Şam'ın sokaklarındaki oturma eylemleri gibi birçok muhalif faaliyete katılmıştı; 2004 baharındaki bir eylem sonrasında ikimiz de kısa süreliğine tutuklanmıştık. Samira devrim başladıktan sonraki birçok protestoda da vardı.
Razan yurtiçinde ve yurtdışında itibar sahibi olan bir avukat, yazar ve insan hakları aktivisti. Kendisi 2011'de (Suriye) Yerel Koordinasyon Komiteleri'nin (YKK) kurulmasına destek oldu. Bu devrimci birlik, 2011 baharında Suriye devriminin başlamasından itibaren düzenlenen protestolarda ve bunların medyaya taşınmasında önemli bir rol oynadı. Aynı zamanda, geleneksel partiler harekete geçmeden önce devrimin hedeflerine dair erkenden siyasi bir vizyon geliştirdi. 2012'den beri YKK kurtarma faaliyetlerinde geniş bir rol oynadı. Razan, tutuklular ve devrim kurbanlarına dair en güvenilen yerel bilgi ağı olan İhlalleri Belgeleme Merkezi'nin (İBM) de ana kurucusu idi.
Razan'ın kocası Wael 2011 ve 2012'de iki defa tutuklandı. Vahşice işkence gördü. Eşinin tabiriyle "Razan'ın kahramanı" devrimden önce de bir siyasi aktivistti. Razan'la ilk defa 2002'deki İsrail'in saldırganlığına karşı Filistinlilerle dayanışma etkinliklerinde tanışmıştı. Daha sonra ikisi de bir insan hakları örgütü için çalışmaya başladı. Şair ve avukat olan ortak arkadaşımız Nazem onlarla beraber çalışıyordu. Nazem ve Wael'in desteği olmadan Razan, YKK ve İBM'de yaptıklarının birçoğunu gerçekleştiremezdi.
Devrimcilik silahlı direniş biçimlerini reddetmese de, dördü de barışçıl aktivistler. Şimdiye kadar bilinmese de, aslında YKK bazı bölgelerde direnişin örgütlenmesine katkıda bulunmaya çalıştı ve 2012 Ağustosu'nun başında Özgür Suriye Ordusu'na (ÖSO) Cenevre Sözleşmesi standartlarına bağlı olan bir davranış kuralları rehberi hazırladı. Rehberi Razan kaleme aldı; ben de kısa bir giriş yazdım. Belgenin son hali ÖSO'nun bazı askeri birlikleri tarafından onaylandı, ancak çatışmanın harareti yüzünden birkaç ay içinde etkisini kaybetti.
Rejim tarafından arandıkları için Razan, Wael ve Nazem, Şam'da saklanarak yaşamak zorunda kaldılar. 2013'ün baharında, rejim Samira'nın da peşine düştü. Daha sonra Razan ve Samira, 2012 sonbaharında rejim güçlerinin çıkartıldığı Doğu Guta'daki Duma'ya gittiler. Ben oraya onlardan kısa bir zaman önce, 2013 Nisanı'nda Şam'da iki yıl boyunca kaçak yaşadıktan sonra varmıştım. Aynı yılın Temmuz ayında, doğduğum şehir Rakka'ya gittim. Eylül'de Doğu Guta'daki Razan ve Samira'ya Wael ve Nazem de katıldı.

Samira ve Razan, 2013’ün ilk günlerinde Duma’da ellerinde süpürgelerle bir sokakta temizlik yaparken.
Kişiliklerinde, işlerinde ve hikayelerinde devrimin temel özgürlükçü değerlerini savunan Duma 4'ün kaçırılmasının rejim için büyük bir avantaj olduğu ortaya çıktı. "Kurtarılmış bölge"de kaçırılmış olmaları, rejimin baştan istediği gibi Suriye'deki mücadelenin Esed yönetimi ve Selefi gruplar arasındaki çatışmaya indirgenmesine sebep oldu. Bu koşullar, kendilerini rejime karşı mücadele veren tek unsur olarak tanıtmak isteyen Selefi grupların da işine geldi. İki tarafın da çıkarları, devrimci siyasi ve insan hakları aktivistleri ile radikal entelektüellerin kurucu rolünün örtbas edilmesi yönündeydi. Bu durum, Suriye'deki mücadelenin bu etabı dört yıl önce başladığından beri, hatta on yıllardır süregelmektedir.
Samira bir süredir Duma'daki kadınlara aileleri için gelir getirecek şeyler üretmelerine yardımcı olmak için kaynak sağlayan "An Nisa, alaan" ("Şimdi Kadınlar") merkezini idare etmekteydi. Dördünün arasında, Samira'nın sembolik konumu özellikle mânidar; eski bir siyasi mahkum olarak, mücadelemizin iki nesil arasındaki sürekliliğini temsil ediyor. Alevi kökenli olan Samira, aynı zamanda Suriyelilerin mücadelesinin cemaaatler ötesi oluşunu da simgeliyor. İslamcılar tarafından kaçırılan bir kadın olarak Samira, bizim umutsuz mücadelemizin iki cephesinin kesiştiği noktada konumlanıyor: bir tarafta Esed'in kravatlı faşistleri, öbür tarafta İslamcı sakallı faşistlerle yüz yüzeyiz. Samira ve Razan kadınların Suriye devrimindeki esaslı rolünü de temsil ediyor—bu, kültür ve sanat aracılığıyla yüceltilmesi gereken bir şey. Nihayetinde, oldukça cesur ama yine de mütevazı olan Samira insancıl, karşısındakini dinlemeyi bilen ve siyasi görüşlerine kendini adamış biri; bu da onu, Suriye'deki özgürlük mücadelesinde yer alan kadınların çok iyi bir örneği haline getiriyor.
1977 doğumlu Razan daha genç bir neslin temsilcisi ve çoktan kendini bu kuşağın önde gelen aktivistlerinden biri olarak kabul ettirdi. Suriye'deki insan hakları üzerine çalışmalarını, yorgun veya emekli insanlara yönelik uysal örgütlenmelerden, devrimci bir oluşuma dönüştürdü. Razan için insan hakları, diktatörlüğe karşı militan bir aktivizm ile adaletin güçlü ve ilkeli korunmasını gerektiriyordu. İslamcı mahkumlara dair saha deneyimi benzersiz. İslamcılar tarafından kaçırılmış olması bir o kadar da ironik! Razan aynı zamanda yetenekli bir yazar ve YKK ile İBM'de güçlü ve etkili bir yöneticiydi.
Rejim tarafından aranan iki adam ve kadının, rejimin kontrolü altında olmayan bir bölgede kaçırılmaları, ve çok organize olmasa da neredeyse Suriye'nin her bölgesinde cemaatler ötesi işleyen radikal demokratik akıma büyük bir siyasi ve sembolik darbe vurdu. Bu, bu harekete karşı saldırıların ilki değildi: birçok aktivist ya Esedciler ya da Selefiler tarafından alıkonuldu, öldürüldü veya sürgüne zorlandı. Ancak bu dörtlünün kaçırılması, devrimin ufkuna kara bulutları çeken ve geleceği hakkında en karamsar değerlendirmelerin oluşmasına sebep veren asıl suç oldu.

29 yıllık hapishane hayatının ardından (1973–2003), Fares Murad şiddetli omurga kireçlenmesi hastalığına yakalanmıştı. 2009 yılında, 59 yaşında hayatını kaybetti. Sağında Samira, solunda ise Razan bulunuyor.
Aktardığım olaylarda iki mevzuyu özellikle moral bozucu buluyorum. İlk olarak biz (kaçırılanların aile ve dostları) herhangi bir devletin veya devletlerin desteğinden yoksunuz. Fransız, İtalyan ve İspanyolların kendi vatandaşlarının salıverilmesi için yaptığı gibi IŞİD'e fidye olarak verecek milyonlarımız yok. Hiçbir nüfuzlu mezhep, azınlık veya silahlı gruba bağlı değiliz. İkinci olarak, başvurabileceğimiz hiçbir yerel, uluslararası ya da bu ikisinin arasında bir adalet sistemi yok. Bireylerin (ve aslında halkların) akibetleri Birleşmiş Milletler'in umrunda değil, Uluslararası Ceza Mahkemesi ise sadece devletlerle muhattap oluyor.
Aktivistler ve kaçırılanların aileleri olarak talihsiz bir konumdayız. Bir yandan, bu iki kadın ve iki erkeğin meselesini, Esed-İran-Rusya'nın suçlu işbirliğine karşı acı bir mücadele olan genel Suriye meselesinden soyutlamak istemiyoruz. Ama öte yandan, cezai sorumluluklarını hâlâ kabul etmeyen IŞİD gibi örgütlerin rehin tuttukları sevdiklerimize özel bir ilgi göstermememiz de imkânsız. Aradan 400 günden fazla geçmiş olmasına rağmen, bu örgütlerin suçlarını kabul etmemiş olmaları bizim endişelerimizi körüklüyor. Dahası, resmi muhalif gruplardan ne yardım aldık, ne de bu gruplar bizimle dayanışma içinde olduklarını ifade ettiler.
Yine de tamamen yalnız değiliz. 2014'te uluslararası insan hakları organizasyonlarıyla beraber başka ülkelerde faaliyet göstermekte olan ilerici organizasyonları durumumuzdan haberdar etmek için yaptığımız iki kampanya olumlu tepkiler aldı. Bunlardan düzinelercesi, bu insanları kaçıran teröristleri kınayan ve salınmaları için çağrıda bulunan metinlerin altına imzalarını attılar. Ama bu destek herhangi bir sonuç vermedi. Bu organizasyonların devletler ya da faşist örgütler üzerinde hiçbir etkisi yok.
Bu meseleyle on dört ay, Suriye meselesiyle de kırk yedi aydır yaşıyor olunca, insan küresel düzeyde mesuliyet mekanizmaları arıyor. Bugünkü dünya düzeni yozlaşmış, oligarşik ve ırkçılığa dayalı; giderek daha güçlü devletler ve daha zayıf toplumlardan oluşan bu düzende, etik ve siyasi olarak kokuşmuş bir küresel sol var. Suriyelilere destek çıkmak için yitirilmiş bir dizi fırsattan sonra ve dünyanın milyonlarca insanın çektiği eziyete karşı ilgisizliğinden dolayı, insan soru sormak ihtiyacı hissediyor. Varsayalı ki Esed devleti kendisine başkaldıran bazı bölgelere karşı nükleer bir saldırı başlattı. Bugün mevcut olduğu hâliyle dünya, saldırganı cezalandırabilir miydi? Hiç zannetmiyorum. Bugünün dünya düzeni, bir neslin en büyük trajedisiyle başa çıkmakta tümüyle başarısız olmuştur. Bu yüzden de, BM ve Güvenlik Konseyi'yle beraber meşruiyetini yitirmektedir.
Füzelerin ve uçaklardan atılan bombaların altında orta yerde kalmış insanlar, işkence görmüş tutsaklar, başlarına ne geldiği bilinmeyen kaçırılanlar, ülke içinde ve dışında yerinden edilenler ve hakları tam tanınmamış mültecilerden oluşan Suriyeliler artık devlet, kültür, kimlik ve "medeniyetin" ötesinde, insanlık durumunun sınırlarına itilen resmî hiçliklerden oluşan insan kümeleridir.1 Apaçık horlanan ve terk edilmiş, uygar(lıktan bihaber) ulusların ve kimliklerin dünyasında adalet bir yana, anlayış bile bulamamış bu "hiçlikler"e ancak ulus ve milliyetlerin, sınır ve pasaportların olmadığı bir dünya kucak açabilir.
Suriye'deki mücadelenin iskeleti 2012'nin ikinci yarısında çöktü. Suriye'deki sivilleri korumakla yükümlü uluslararası düzenlemeler baştan beri işlevsel değildi. Bugünlerde ise küresel bir güvenlik (karşı-)devrimi tezahür etmekte. "Onların" demokratik mücadele kriterlerini karşılayamadığınızda, her tarafta, hatta "sizin" evinizde bile, faşizm rağbet kazanıyor. "Mutlak öteki"nin hayaleti asla uzakta değil, aslında tam da içinizde.
Suriye'deki mücadele, dünyanın ve insan türünün gidişatı üzerine yeni ve özgürleştirici düşünme biçimleri doğurabilecek esaslı sorular sorduruyor. Slavoj Žižek'in2 önce "sözde mücadele" olarak addettiği, sonra da "Batı-İslam" ikiliğine hapsettiği bu mücadele, bu tür sözde sol görüşlü analizlerin ötesine taşıyor bizi. Samira, Razan, Wael ve Nazem, bir tür sözde mücadelenin aktörleri değiller, hem yaşam hem de ölüm dolu hakiki bir mücadelenin (umarım ki) yaşayan tanıkları olarak karşımıza çıkıyorlar.
Bu metni yayına hazırlayan Kelly Grotke'ye teşekkürler.
Müşterek çeviri: Özge Ersoy, Gökcan Demirkazık, Vasıf Kortun