Reading time
6 min
To share this contribution please copy the url below
EN tr

Dayanışma, Türlerin Ortak Duyarlılığıdır; Habitatı Paylaşmaksa Onun Canlı Keşfi

 

2024’te M HKA’da (Antwerp) düzenlenen ve ikinci edisyonu Salt’ta (İstanbul) devam eden ‘Hayvanların Yaşamı’ sergisi kapsamında yayımlanan bu yazıda felsefeci Fahim Amir, dayanışma kavramını türler arası bir pratik olarak ele alıyor ve mevcut kentsel paradigmaları sorgulamaya açan bir ortak yaşam fikri öneriyor.

Evrensel insan bedeni bir model olarak her zamankinden de şüpheli artık. Mimarlar şimdi, geleceğin kıyılarında—siborg bedenler; protez bedenler; hayvan bedenleri; pornografik, mutasyona uğramış, çapraşık bedenler; engellenmiş, göç ettirilmiş ve sömürgeleştirilmiş bedenler; uçuşan, koşuşturan ve sürünen bedenler arasında—hızla büyüyen bir kalabalığın ortasında duruyorlar. Modernite öncesine dair hayalî temsillerin ne idüğü belirsiz pastoral cennetine dönmek yerine içinde bulunduğumuz habitatı paylaşmayı düşünmek, türlerin ortak duyarlılığı olarak dayanışmanın capcanlı bir keşfine işaret ediyor.

İdrak merceğini politik olana odakladıkça, modernitenin diğer tüm ayrımlarının da iyice bulanıklaştığını görüyoruz. Akademisyen Donna Haraway’in bir kitabındaki karikatürde, bakımsız bir sokak köpeği, her şeyin ölçüsü olarak, Leonardo Da Vinci’nin ideal oranlardaki Vitruvius Adamı’nın yerini alıyor.1 Bir sokak köpeği veya kedisi, her şeyin olmasa bile en azından bazılarının ölçüsü olamaz mı? Neticede kimse herkesle bağlantılı değildir, ama herkes birileriyle bağlantılıdır.2 Haraway’in başka bir eserinde yer alan karikatürde ise tarihi çok eskilere uzanan, çiçekleri belirli bir arı türünü cezbedecek şekilde biçimlenmiş bir orkide türünü görürüz.3 Fakat çiçeğin taklit ettiği arı türünün soyu çoktan tükenmiş. Dolayısıyla orkide de o gün bugündür kendi kendine tozlaşıyor ve yok olmuş arı bedeninin bir tür botanik negatifi olarak yaşamını idame ettiriyor. “Erkeği” dünyanın ölçüsü ilan eden hümanizm de tıpkı orkide gibi, artık var olmayan bir dünyanın imgesini bünyesinde taşıyor sanki.4

Kapitalist modernite, hayvanların üretim ve tüketimini mekânsal olarak ayırıp toplu endüstriyel eziyetler için tutsaklık yapıları inşa etti.5 Kentleşme de bir yandan nüfusun bir kısmını türler arasındaki kadim vahşete yabancılaştırdı. Hayvanların ve insanların süratle kentlileşmesinin getirdiği bu tür, hiç de masum olmayan süreçler, güncel tartışmalarda yankılanıyor. Fakat hayvanların dünyadaki mevcudiyetlerinin kapsamını ve tabiatını yakalayıp ifadeye taşıyabilecek kavramlardan öylesine yoksunuz ki. Nicedir içinde yaşadığımız bu yeni dünyayı daha iyi algılayıp anlayabilmek için daha yaratıcı diller, daha uygun imgeler ve ufku genişleten modeller bulmamız gerekiyor. Sanatsal belgesel stratejileri ve keşfe dayalı tasarım taktikleri bu vazife doğrultusunda yol almaya başladı bile.

Ötekilerin haklarının denkleme katılması, kendi hükümranlığımızı göreceli bir hâle getirir. Katılım aynı zamanda paylaşmak demek; dolayısıyla bir şeylerden vazgeçmemiz gerekecek: Mesela tümüyle denetlenebilir ve “idare edilebilir” bir çevre fikrinden. Habitatı yerküre olan tüm yaşam formları, birbirlerini tamamen anlaşılması veya kontrol edilmesi mümkün olmayan, karmaşık biçimlerde etkiliyor. Bu aynı zamanda doğa ile karşılaşma ortamı olarak “plansız peyzaja”, bir amaç doğrultusunda oluşturulmamış veya tasarlanmamış manzaralara kucak açmak demek.6 Bu nizamsızlık sahaları, beklenmedik sosyallik biçimlerinin ortamlarıdır. Kent tabiatındaki “ortak yaban alanlar”, bir bakıma “boş zamanın mekânsal karşılığıdır: bir varoluş âlemi” olarak henüz kâr maksimizasyonunun buldozeriyle dümdüz edilmemiş; genişlemiş yeniden üretimle yutulmamışlardır.7 Habitatı paylaşmak, başka bir dünyanın mümkün olduğunu değil; binlerce başka dünyanın zaten var olduğunu ortaya koyar.

Sınırlar, bir kez daha, insanları dünyanın etrafında dolaşmaktan alıkoyacak şekilde sıkılaştırılmış durumda. Ancak düzenleyici politikaların etkisi hiçbir zaman tek bir türle sınırlı kalmaz.8 Dikenli teller bir zamanlar serbestçe hareket edebilmiş hayvanların da yolunu tıkar.9 Belki bu da hesaplıdır: Küresel ısınmayla birlikte, Küresel Güney’deki pek çok hayvan için hayatta kalabilmenin tek yolu daha serin olan kuzeye göç etmek olacak.

Oysa habitatı paylaşmak, “birlikte yaşamak” demektir: Her zaman hoş, zararsız, güzel veya tehlikeden azade olmayan bir şeydir bu da. “Birlikte yaşamak”, kapalı sitelere taban tabana zıt muhitlerin, komşulukların gelişmesini sağlar; komşular, mevcudiyetlerini bizim seçmediğimiz varlıklardır çünkü. Bitkilerle ortaklığı da içerir; yol kenarlarında veya sağda solda büyüyen yabani otlarla bile. Bitkiler dünyayı taşıyan kolonlardır; gövdeleri ve metabolizmaları yeri ve göğü yerli yerinde tutar.10 Onlar olmadan ne kentler olur ne de insanlar ile hayvanlar.

Habitatı paylaşmak, politik olanın yeni baştan düşünülmesini gerektirir.11 Polis sözcüğü aslen iki anlama gelir: Antik kent devletinin dinî ve idari merkezi ile orada bir araya gelmiş yurttaşlar topluluğu. Bu sözcük var olalı beri, Batı düşünce gelenekleri içinde politik olan, bitkilerin, hayvanların, kölelerin ve kadınların erişiminin olmadığı bir alan olarak tanımlanmıştır; “içinde yalnızca özgür insan sayılanlar bilmiş bilmiş dolaşabilir; ötekiler ise kenarda köşede didinir yahut toptan yenilip yutulurlar.”12 Habitat paylaşımının vaadi ise şudur: Polis’in duvarları yerle bir oldu. Şimdi, yıkıntılardan, herkes için yeni bir kent inşa etmeye koyulalım.13

Donna J. Haraway, When Species Meet, Minneapolis: University of Minneapolis Press, 2008, s. 8.Sokak köpekleri her yerde aynı değildir. Bkz. Krithika Srinivasan, 'The Biopolitics of Animal Being and Welfare: Dog Control and Care in the UK and India', Transactions of the Institute of British Geographers, Cilt: 38, Sayı: 1, 2013, ss. 106–119.Donna J. Haraway, Staying with the Trouble: Making Kin in the Chthulucene, Durham, NC: Duke University Press, 2016, s. 70.Bkz. Christopher Hight, Architectural Principles in the Age of Cybernetics, New York: Routledge, 2008; Beatriz Colomina ve Mark Wigley, Are We Human? Notes on an Archaeology of Design, Zürih: Lars Müller Publishers, 2016; Fahim Amir, ‘Heirs of Vitruvius: Lichens, Lapdogs & Cyborg Cows’, INTRA! INTRA! Towards an INTRA SPACE, Christina Jauernik ve Wolfgang Tschapeller (eds.), Berlin: Sternberg Press, 2021, ss. 270–275.Karen Morin, Carceral Space, Prisoners and Animals, Abingdon: Routledge, 2018.Matthew Gandy, “Unintentional landscapes”, Landscape Research, Sayı: 41, 2016, ss. 1–8.Andreas Malm, “In Wildness is the Liberation of the World: On Maroon Ecology and Partisan Nature”, Historical Materialism, Cilt: 26, Sayı: 3, 2019, s. 27.Guy Scotton, “Taming Technologies: Crowd Control, Animal Control and the Interspecies Politics of Mobility”, Parallax, Cilt: 25, Sayı: 4, 2019, ss. 358–378.Reviel Netz, Barbed Wire: An Ecology of Modernity, Middletown: Wesleyan University Press, 2004.Natasha Myers, 'How to Grow Livable Worlds: Ten Not-So-Easy Steps', The World to Come: Art in the Age of the Anthropocene, Kerry Oliver Smith (ed.), Gainsville: Samuel P. Harn Museum of Art, 2018, ss. 53–63.Fahim Amir, Being and Swine: The End of Nature (As We Knew It), Toronto: Between the Lines Books, 2020.Marion von Osten, ‘Pigeon Towers and Donkey Paths’, www.kw-berlinİlk olarak Cohabitation: A Manifesto for the Solidarity of Non-Humans and Humans in Urban Space (2021) sergisi kapsamında ARCH+’ta İngilizce yayımlanan yazı, Gülin Ekinci tarafından Türkçe’ye çevrilmiştir.

Related activities

Related contributions and publications