Nekbe’den yüz yıl sonrasını hayal etmek
Yazar Behçet Çelik, Nekbe’den yüz yıl sonrasını tahayyül eden on iki öykünün yer aldığı Palestine +100 adlı antolojiyi inceliyor. Hafıza, yokluk, zorunlu göç ve yerinden edilmeye dair meseleleri odağına alan seçki, muhayyel gelecekler üzerinden bugünü ve geçmişi sorgulamanın bir aracı olarak bilimkurgunun imkânlarını ortaya koyuyor.
Compiled by Basma Ghalayini, Palestine +100 features the short stories of twelve Palestinian writers, aged between 25 and 62 at the time of the book’s publication in 2019, with most in their thirties and forties. Ghalayini invited these writers to imagine the year 2048 – the centenary of the Nakba – resulting in a compelling anthology. It should be clear why I noted the authors’ ages: none of them were alive during the Nakba. These twelve writers – the eldest born nine years and the youngest born forty-nine years after the Nakba – imagined a time approximately a quarter of a century beyond when the stories were written. It is highly probable that they heard stories of the Nakba from their parents, grandparents, or great-grandparents. As Ghalayini emphasizes in her introduction to the book, ‘Four generations on, any Palestinian child can tell you all about their great-grandfather’s back garden in Haifa, Yaffa or Majdal. They can tell you about their great-grandmother’s kitchen, the patterns on her plates, and the colours of the embroidery on her pillows.’1
This child has never been to any of those places, of course, but so long as they keep the memory of them alive, then, should they ever get to go back, it would be as if they had never left; they could pick up exactly where their great-grandparents left off. Indeed, wherever Palestinian refugees are in the world, one thing unites them: their undoubted belief in their right to return.
Palestinian refugees are, in this sense, like nomads travelling across a landscape of memory. They carry their village in their hearts, like an internal compass where ‘north’ is always Palestine. They pass this compass down to their children, who sketch in the details on an ever-fading map—the hills and trees and wadis—from their own imagination.2
It is those children carrying that compass in their hearts who are the writers of Palestine +100, and they travel across the ‘landscape of memory’, to borrow Ghalayini’s phrase. Since memory inevitably evokes the past, one might expect that there should be nothing about memory in stories narrating the future – a century after the Nakba. Yet, ‘When Palestinians write, they write about their past through their present, knowingly or unknowingly,’ states Ghalayini, ‘the past is everything to a Palestinian writer,’ and she adds: ‘It is perhaps for this reason that the genre of science fiction has never been particularly popular among Palestinian authors … . The cruel present (and the traumatic past) have too firm a grip on Palestinian writers’ imaginations for fanciful ventures into possible futures.’3
Ghalayini points to another reason why science fiction is less appealing to Palestinian writers:
In classic SF, the battle lines are drawn quickly and simply: the moral opposition between a typical SF protagonist and the dystopia or enemy he finds himself confronting is a diametric one. But in Palestinian fiction, the idea of an ‘enemy’ is largely absent. Israelis hardly ever feature, as individuals, and when they do, they are rarely portrayed as out-and-out villains.4
It is here that Ghalayini introduces Ghassan Kanafani’s novella Returning to Haifa (1969) as an example. She highlights how the settler woman in the story is portrayed not as a fanatic, but as a sensitive, compassionate individual who feels embarrassed when she confronts what her people have done to the Palestinians:
The absence of an ‘enemy’ isn’t the only absence in Palestinian fiction. You might even say absence generally is one of the defining features of Palestinian fiction—which is where science fiction might be able to contribute. Absence, and the feelings of isolation and detachment that come with it, are easy to magnify in a context of galloping future technology.5
Larissa Sansour'un A Space Exodus [Bir Uzay Göçü] filminden kare, 2009, 5’. Sanatçının izniyle.
Basma Ghalayini’nin derlediği Palestine +100, kitabın ilk baskısının yapıldığı 2019’da 25 ile 62 yaşları arasında olan, büyük çoğunluğu otuzlu-kırklı yaşlardaki on iki Filistinli yazarın öykülerinden oluşuyor. Ghalayini bu yazarlardan Nekbe’nin 100. yılında, 2048’de geçen öyküler yazmalarını istemiş ve ortaya çok ilginç bir derleme çıkmış. Yazarların yaşlarını belirtmemin nedeni anlaşılmıştır; aralarında Nekbe yaşandığında hayatta olan yok. En yaşlısı Nekbe’den dokuz yıl sonra, en genci de 49 yıl sonra dünyaya gelmiş olan bu on iki yazar öykülerin yazıldığı zamandan yaklaşık çeyrek asır sonrasını tahayyül etmişler. Yazarların Nekbe’yi ebeveynlerinden ya da büyük yahut büyük-büyük ebeveynlerinden dinlemiş olmaları çok muhtemel. Basma Ghalayini’nin, kitabın girişinde vurguladığı gibi, Filistin’in dört kuşağından herhangi bir çocuk “büyük büyükbabasının Hayfa, Yafa ya da Mecdel’deki arka bahçesini” ya da “büyük büyükannelerinin mutfaklarını, tabaklarındaki desenleri yahut yastıklarındaki işlemelerin renklerini anlatabilir.”1
Bu çocuk kuşkusuz hiçbir zaman orada bulunmamıştır ama bu yerlerin anısını canlı tuttuğu sürece, bir daha oraya gitme şansı olduğu takdirde sanki hiç ayrılmamış gibi olacak, büyük büyükanne ya da büyük büyükbabasının bıraktığı yerden devam edebilecek. Gerçekten de her nerede olurlarsa olsunlar Filistinli mültecileri birleştiren tek şey vardır: Geri dönüş haklarına duydukları sarsılmaz inanç.
Filistinli mülteciler bu anlamda hafızanın manzaralarında seyahat eden göçebeler gibidir. Köylerini, kuzeyin her zaman Filistin olduğu, içsel bir pusula gibi kalplerinde taşırlar. Bu pusulayı çocuklarına aktarırlar ve onlar da hayal güçlerinden yola çıkarak tepeleri, ağaçları ve vadileri içeren giderek solmakta olan bir haritanın ayrıntılarını çizerler.”2
Palestine +100’ün yazarları işte kalplerinde bu pusulayı taşıyan çocuklardan oluşuyor ve Ghalayini’nin deyişiyle “hafızanın manzaralarında” seyahat ediyorlar. Hafıza dendiğinde ister istemez akla geçmiş geleceği için, Nekbe’nin yüz yıl sonrasını, geleceği anlattıkları öykülerinde hafızayla ilgili bir şeyler olmaması gerektiği düşünülebilir. Oysa Ghalayini, “Filistinliler[in] yazdıkları zaman bilerek ya da bilmeyerek şimdileri üzerinden geçmişleri hakkında yaz[dıklarını]” ve “geçmişin bir Filistinli yazar için her şey olduğunu” belirtiyor. “Belki de bu yüzden,” diye ekliyor Ghalayini, “bilimkurgu Filistinli yazarlar arasında popüler olmamıştır. […] Filistinli yazarların muhayyileleri üzerinde çok sıkı bir etkisi olan acımasız şimdi (ve travmatik geçmiş), mümkün geleceğe dair hayal kurma girişimlerine izin vermiyor.”3
Ghalayini bilimkurgunun Filistinli yazarlar için cazip bir tür olmamasında bir başka etkenden daha söz ediyor:
Klasik bilimkurguda savaşın sınırları çabucak ve kolayca çizilir: Tipik bir bilimkurgu kahramanının karşı karşıya geldiği distopya ya da düşman arasındaki zıtlık taban tabana bir zıtlıktır. Oysa bir Filistin kurmacasında ‘düşman’ fikri büyük ölçüde yoktur. İsrailliler neredeyse hiçbir zaman birey olarak bulunmazlar ya da bulunduklarında seyrek olarak kötü adam olarak tasvir edilirler.4
Gassan Kanafani’nin “Hayfa’ya Dönüş” öyküsünü örnek veriyor burada Ghalayini. Bu öyküdeki yerleşimci kadının bir fanatik olarak değil, halkının Filistinlilere yaptıklarıyla yüzleştiği zaman bundan utanan, duyarlı, şefkatli bir birey olarak çizilmiş olduğuna dikkat çekiyor:
‘Düşman’ın yokluğu Filistin kurmacasındaki yegâne yokluk değildir. Hatta yokluğun genel olarak Filistin kurmacasının tanımlayıcı özelliklerinden olduğu bile ileri sürülebilir—bilimkurgu bu noktada katkıda bulunabilir. Yokluk ve onunla beraber gelen izolasyon ve kopukluk hissi hızla gelişen gelecekteki teknoloji bağlamında kolayca dramatize edilebilir.5
Ghalayini’ye göre Filistin bilimkurgusunun ayırt edici bir başka özelliği de farklı mülteci toplulukları ya da farklı kuşaktan mülteciler arasındaki kültürel bağlantısızlıkları odağına almasıdır ve bilimkurgu alternatif gerçeklikler üzerinden bu meseleyi araştırmak için şaşırtıcı imkânlar sunmaktadır. Kitapta yer alan Majd Kayyal’ın “N” öyküsünü örnek veriyor Ghalayini; bu öyküde Kayyal’ın Arap-İsrail çatışmasına kozmolojik bir çözüm sunduğunu ileri sürüyor. Öykünün gerçekliğinde paralel iki dünya vardır ama bu iki dünya aynı coğrafi alanda bulunmaktadır. Bu iki dünya arasında gidip gelme imkânıysa sadece bu iki dünyanın inşasından sonra dünyaya gelen Filistinlilere tanınmıştır. Öyküdeki çocuk kendisine tanınan imkândan yararlanarak okumak için İsraillilerin dünyasına gider. Ghalayini öyküde ortaya konan babayla oğul arasındaki kültürel yarılmaya işaret eden bu sıradışı gelecek tahayyülünün gerçek dünyadaki kuşak çatışmasını yansıttığını ve yeniden çerçevelediğini ileri sürdükten sonra şu noktanın altını çiziyor:
Bilimkurgunun yaptığı budur zaten. Toplumu şimdi endişelendiren meseleleri yansıtan boş bir tuval gibi kullanır geleceği. Gerçek gelecek—aktüel gerçek—bilinemez. Ama bilimkurgu yazarları için ‘gelecekteki şeyler’ fikri bile, şimdiki zamanı yeniden hayal etme, yeniden yapılandırma ve yeniden sorgulama serbestisidir.6
Ghalayini şimdiyi bu şekilde yeni bir çerçeveye oturtmanın giderek daha önem kazanacağını belirtiyor. Bir yanda Sisi benzeri liderlerin baskıcı yönetimlerinin aldığı tutumların, öbür yanda Filistin meselesinden söz eden yazarların Batı’da ânında antisemit olmakla suçlanmalarının şimdiyi, bugünün toplumunu alegorik formlar biçiminde (gelecek tasavvurları şeklinde olsun olmasın) yeniden çerçevelemeyi bir lüks olmaktan çıkardığını belirtiyor. Son olarak dikkat çektiği bir nokta daha var “Giriş” yazısında Ghalayini’nin: Filistinlilerin hâlihazırdaki hayatlarının da pekâlâ distopya olduğu. “Batı Şeria’daki bir Filistinlinin sadece kimliğini yanına almadığı için yahut bir IDF (İsrail ‘Savunma’ Güçleri) askerine cevap verdiği için ya da dikenli tellere baktığı için yaşadıklarını, yani ‘totaliter bir işgalin’ ne olduğunu Batı’daki insanların ancak distopya diliyle [anlatıldığında] anlamaya başlayabileceklerini” belirtiyor.7
Palestine +100’deki öykülerin ortak kimi izleklerinden söz etmek mümkün. Öykülerdeki gelecek tasavvurunda sanal gerçekliğin öne çıkmış olması dikkat çekici mesela. Sanırım bu sıralarda editörünün olayların gelecekte geçmesi gerektiğini söyleyerek sipariş edeceği—konusu Filistin olsun olmasın—herhangi bir derlemede de böyle olacaktır. Yazarlara, senaristlere cazip gelen bir yanı var sanal gerçeklik konusunun. Bu biraz da sanal gerçeklik deneyimlerini şimdiden yaşamakta olmamızla ilgili. Keza kitaptaki öykülerde, Ghalayini’nin de vurguladığı üzere, hafıza konusunun da sıklıkla üzerinde durulmuş. Hafızanın bir tür “sanal” gerçeklik gibi ele alınması da ilginç bir husus. Saleem Haddad’ın “Kuşların Şarkısı” öyküsünde Aya ismindeki genç kız, ağabeyinin intiharından sonra, “şeylerin ağırlığı altında eziliyor” gibidir; daha dikkat çekici olansa, “sanki başka birinin hafızasında sıkışmış gibi” hissetmektedir kendisini. Öykünün içinde bunun nasıl bir şey olduğu başta açıklanmaz, öykünün devamında Aya rüyasında ağabeyi Ziyad’ı görüp onunla sohbet ettiği zaman Ziyad açıklık getirir Aya’nın hissettiklerine. Özellikle şu iki cümle: “Biz Arapların nasıl olduğumuzu biliyorsun. Atalarımızın pembe gözlüklerle baktıkları anlara hapsolmuş durumdayız. [...] Ebeveynlerimizin nostaljisine hapsolmuş başka bir kuşağız.”8
Aya ağabeyiyle sohbet ettikçe ve kimi deneyimler yaşadıkça—ansızın içinde yaşamakta olduğu “asude” denebilecek gerçeklik yırtılıp “yıkım”la tanımlanabilecek bir başka gerçeklikten sahneler görmektedir; denizin bile mavi değil, kahverengi olduğu bir gerçeklik—meselenin özünü kavrar. Aya’nın evde bulduğu Ziyad’a ait günlükteyse bu durum şöyle ifade edilir:
Büyükanne ve büyükbabaların Filistin hikâyelerini aktardıkları sözlü bir gelenek var ve bu da Filistin’in hayatta kalmasına yardımcı oluyor. Ancak bu hikâyeleri bizi hapsetmek için nasıl kullanacaklarını anlamaları çok da zor değil. Kolektif hatıraların gerçeği şu ki, iyi olanlardan yararlanmayı seçemezsin, er ya da geç kötü olanlar da sızar [aralarına].9
“Ebeveynlerin nostaljisi”ni esas alan bir simülasyonda yaşamaktadır Aya ve ailesi. Simülasyon yaratılmadan önce yaşamış olanlar, yani yetişkinler sürekli ya da günün çoğunda uyumaktadırlar; onlar geçmişle şimdi arasındaki yapısal farkın farkındadırlar, ancak Ziyad’ın yaptığını yapıp ölümü seçerek bu simülasyondan çıkamamaktadırlar, çünkü çocuklarını, simülasyonun yaratılmasından sonra doğanları bulundukları yerde bırakmak istemiyorlardır. Özellikle Aya’nın annesi bu hâldedir; sürekli uyumakta, uykuya kaçmaktadır. Aya, Ziyad’ın yaptığı bu açıklamalara büyük oranda ikna olur, ancak simülasyonu hayal etmeye çalıştığında karmaşaya girer. “Bunu [simülasyonu] hayal etmeye çalış[mak] […] sanki dünyanın sonu geldikten sonra ne olacağını hayal etmeye çalışmak ya da güneşin tüm gücünü hayal etmeye çalışmak gibi. […] Bu anlaşılmaz bir deneyimdi ve her şeyi kapsayan bir deneyimdi.”10
Aya’nın bu iki dünya—rüyalarla uyanık yaşam—arasında gidip gelebilmesini sağlayan ağabeyidir; ne var ki, Ziyad’ı rüyalarında görmemeye başladıktan sonra onun da bu imkânı kalmaz, oysa “neyin doğru neyin yanlış olduğunu, neyin gerçek olduğunu ve neyin sadece hayal ürünü bir dünya olduğunu bilmeden bu şekilde yaşamaya devam etmesi mümkün değildi[r].”11 Tecrübe etmeye çalışmaktan başka çaresi yoktur. Elindeki tek veri Ziyad’ın dikkat çektiği bir ayrıntıdır. Kuşlar simülasyonun içerisinde hep aynı örüntüyle ötmektedirler. Bilimkurgunun bir gelecek tasavvuru üzerinden şimdiyi ve geçmişi sigaya çekmesinin bir örneği olarak değerlendirilebilir bu öykü. Filistinlilerin yeni zamanların, yaşanan değişimlerin gerekleri üzerine odaklanmak, yeni yollar, yöntemler aramak yerine bir zamanlar yaşandığı varsayılan asude zamanları hedef olarak önlerine koymalarının birçok kez çıkışsızlığa götürdüğünün alegorik bir ifadesi. Kuşkusuz, bir edebiyat metni olduğu için neler yapılması gerektiğini ifade ya da dikte etmiyor, sadece uyarıyor; bugüne dek denediğimiz yolun yegâne yol olduğunu düşünmeyelim, içinde bulunduğumuz dünyanın mutlak olduğu, alternatifsiz olduğu yanılsamasına (“rüyasına”) kapılmayalım diyor.
Simülasyon ya da sanal gerçeklik Saleem Haddad’ın öyküsünde bir tuzak, bir kapanma, kapatılma hâli; oysa başka öykülerde simülasyonun bir özgürleşme imkânı hâlini aldığını da görüyoruz. Emad El-Din Aysha’nın “Dijital Ulus” öyküsü bunlardan biri. Bir Şabak (İsrail istihbarat örgütü) şefinin dünyasından bakılarak anlatılan bu öyküde Birleşik Filistin Devleti vizyonunun çok mükemmel ve ayrıntılı bir şekilde simüle edildiğini görüyoruz; dahası, paten kayan siber çocuklardan, Amazon’un teslimatçısını bekleyen yalnız ev kadınlarına kadar bütün İsraillilerin kullandıkları sanal gerçeklik konsollarına bu simülasyonu içeren bir virüs sızdırılmıştır. Bir sonraki hamle İsrail’deki bütün ekranlardaki (okullarda ya da borsada) harflerin Arap alfabesine dönüşmesi olur. Daha sonraki aşamaysa şöyle:
Eski moda fiziksel sokak tabelaları olmasaydı insanlar hangi ülkede yaşadıklarını bilemeyeceklerdi. Sanal tur rehberleri, e-kitaplar ve çevrimiçi atlaslar turistlere aslında Filistin’de olduklarını söyleyerek kendilerini yeniden yazmaya ve tüm İbranice isimleri 1948 öncesi Arapça isimlerle değiştirmeye başladı. Matbaa makineleri bile hack’lendi, bu da bütün atlasların Arapça basılıp Filistin bayrağıyla damgalandığı ve kurtuluş gününe hazırlık amacıyla altüst edildikleri anlamına geliyordu.
Çok geçmeden İsrail’in üzerinde süzülen sabit uydulara virüs bulaştı ve ülkeye gelen tüm dijital sinyaller Arapça oldu. Plak şirketleri battı. Müzik kanalları kapanmaya başladı. Müzik sistemleri, mp3 çalarlar, akıllı telefonlar, hepsi kendiliğinden çalışıyor ve 1948’in hit single’larını çağdaş Arap grime’leri, rap ve R&B’ye karıştırarak çalıyordu.12
Virüsün yayılmasından söz edilirken dünyanın farklı yerlerindeki yeni yetmeler de gündeme geliyor hâliyle:
Teknik olarak Filistinli olmalarına rağmen iki çocuk farklı ülkelerde büyümüşlerdi ve sanal oyun ortamını gerçekten ‘ev’ olarak adlandırıyorlardı. Herhangi bir yeni çılgınlığın veya meme’in nereden kaynaklandığı—coğrafi olarak konuşulduğunda—onlar için önemli değildi. Eğer trendse, bunu istiyorlardı.
Ve hâlihazırda trend olan şuydu: Siberuzaydan dünyadaki her sohbet odasına aynı anda yapılan, dünyanın ilk sanal hükümetinin kurulduğunu ilan eden bir duyuru. Görünüşte bu çoğu oyuncunun adını hiç duymadığı, çoktan ölmüş tarihî kişiliklerden oluşan bir konseydi: Ebu Ammar, Hanan Aşravi, İzzeddin El Kassam, Ebu Ali Mustafa, Musa Sadr ve başkaları. Her birinin kendi bakanlık makamı vardı ve oyuncunun görevi bunlardan birini seçmek ve acil ekonomik ve uluslararası zorlukları ele almak için onlarla birlikte bir kabine kurmaktı. Ancak bunu The Sims’in ayrıntılı bir versiyonundan ayıran şey, gerçek dünyadaki sorun ve taleplerin oyunun içine konmuş olmasıydı.13
Ahmed Masoud’un “Uygulama 39” öyküsünde de iki hacker çıkıyor karşımıza: Rayyan ve İsmail. Bu ikisini tanıdığımız sırada Filistin şehirlerinin birbirleriyle bağlantısı havadan ve karadan kesilmiş durumdadır. Ancak şehirler arasında (her biri artık birer şehir-devlettir) yeraltında, tünellerden oluşan bir ağ şebekesi bulunmaktadır ve bu tünellerde asansörler çalışmaktadır. Rayyan ve İsmail 2025 yılında başlayan savaşın ardından ailelerinin yanına dönememişlerdir. Birbirleriyle fiziksel bağlantı kuramayan Filistin şehirlerinin kendilerini bağımsız devlet ilan etmeleri de tam bu dönemin ertesidir.
“20. yüzyılın sonundan beri hava yolculuğu mümkün olmadığından şehir devletleri tünel açmaya koyulmuş ve Hamas’ın açtığı eski püskü deliklerden başlayarak yeniden birbirleriyle temas kurmuştu[r].”14 Öykünün anlatıcısının 2025 Savaşı öncesi dönemi “Hamas ve el Fetih yönetimi [zamanları]” diye andığına dikkat çekmek isterim—bu, geleceği anlatırken şimdinin bir resmini de vermeye örnek sayılabilir.
Rayyan ve İsmail’in hacker olduklarını belirttim ama düşman ülkenin sistemlerini “hack”lemiyorlar. Aksine, kendi devlet başkanlarının imzasını taklit ederek 2048 Olimpiyat Oyunları’nın Gazze’de yapılması için başvuruyorlar. Bu sahteciliğin bu ikisinin başının altından çıktığı öğrenilince, üst düzey bir kadın yönetici, Lamma onları Gazze şehir devletinin başkanına götürür; Lamma’nın hiç ummadığı şekilde olimpiyatlara ev sahipliği yapma fikri başkanın aklına yatar. Başkan bunun bütün Filistin şehir-devletlerini bir araya getirmek için bir fırsat olabileceği kanısındadır. Başkanın yanından ayrıldıklarında Lamma onlara bu işin nasıl olacağını sorar. “Şehrin genişliği sadece altı kilometre iken bir maratona nasıl ev sahipliği yapacağız? Ya da kürek, yelken, uzun mesafe yüzme gibi su sporlarını—sadece iki mil uzunluğunda bir kıyı şeridimiz varken?”15
Yanıt, tahmin edileceği üzere, “tüneller inşa etmektir” yine. İki millik sahil boyunca da yüzme yarışları yapılabilecek şeritler yapılabilir; dalış için de denizin dibi kazılabilecektir. Bu projenin sorunsuz biçimde hayata geçirilmeyeceğini söylememe gerek yok sanırım. Ahmed Masoud öyküsünde sorunun kaynağı olarak sadece İsrail’i değil, bir başka şehir devletini de işaret ediyor. Belli ki Filistin’in temel sorunlarından birinin bölünmüşlük olduğunun altını çizmek istemiş.
Sanal gerçekliğin yanı sıra sanal bir duvar öyküsü de var kitapta. Majd Kayyal’ın “N” öyküsünden bahsetmiştim, aynı coğrafyada paralel iki dünya vardı o öyküde. Anwar Hamed’in “Anahtar” öyküsündeyse bir “yerçekimi duvarı” bulunuyor. “Belirli coğrafi koordinatlar boyunca yerçekimsel alanın atomaltısal ‘kurcalanması’ ile oluşturulan şeffaf bir kalkan”dır bu duvar. “Yalnızca doğru çipe (yeni doğanların hepsinin boyunlarına yerleştirilmiştir) ve doğru kodu bulunan çiplere sahip olanlar” yerçekimsel bozunumun duvarda açtığı kapılardan geçebiliyordur.16
Böyle bir duvarın inşa edilmesinin iki nedeni vardır. Birincisi, evlerinden yurtlarından gönderilmiş Filistinlilerde ve onların çocuklarıyla torunlarında bir gün evlerine dönme fikri hâlen capcanlıdır. Nitekim öykünün İsrailli anlatıcısı, yerçekimi duvarının inşasına karar veren kurumda çalışan dedesinin silahtan çok Filistinlilerin ellerinde tuttukları, bir zamanlarki evlerinin anahtarından korktuğunu belirtir. Dedesi gibi düşünenler bu “yerçekimi duvarını” inşa etmeye karar vermişlerdir, çünkü gerçek duvarların bir işe yaramadığını görmüşlerdir. Psikolojik olarak bu beton duvarlar ters etki yaratmaktadır. Ne var ki, bu şeffaf duvar da çözüm olmayacaktır, çünkü duvarı somut olmaktan çıkarmışlarsa da evlerinin kapılarındaki kilitler bütün somutluğuyla durmaktadır.
Gelecekte geçen öykülerde rastlamaya şaşırmayacağımız bir olgu da uzaylıların dünyaya gelmesi değil midir? Talal Abu Shawish’in “Son Uyarı” öyküsünde de onlar var. Öykü Ramallah’ta ve Yahudi yerleşimcilerin şehri Modi’in İllit’te geçiyor. Bir sabah bu bölgelerdeki insanlar zamanın durduğu ve bütün elektronik aletler bozulduğu bir dünyaya uyanırlar. Bölgedeki Müslümanlar da, Yahudiler de, Hıristiyanlar da paniklemişlerdir; kıyametin geldiğini düşünmektedirler ve bütün cemaatlerdekiler kendi ruhbanlarının çevresinde toplanırlar. Bu sırada devasa bir uzay gemisinin farkına varırlar, ardından oradan gelen bir ses işitilir. Önce dünyanın bu bölümünün yüzeyini yok etmenin onlar için anlık bir iş olacağını söyler bu ses ve son bir uyarı için geldiklerini belirtip devam eder:
>>Gezegeninizin yüzeyinin bu küçük bölümündeki mücadeleleriniz, gezegeninizin yüzünden çok yörüngesinde, doğrudan ve dolaylı olarak sınırlarının ötesinde ve bilinen evrendeki benzer büyüklükteki başka herhangi bir alandan daha fazla gerilime ve çatışmaya neden oldu. Çatışmanız bütün gezegenin yüzeyindeki çatışmalar için bir sembol, bir vaka çalışması, bir metafor, bir paratoner, boğaya gösterilen kırmızı bir bez görevi görüyor. Bir bütün olarak gezegenin istikrarını tehdit etmeye devam ederek aynı zamanda daha geniş galaksinin istikrarını da tehdit etmiş oluyorsunuz.17
İnsanlar bu uyarıyı ciddiye alırlar ve uzay gemisi gittikten sonra düşünceli bir şekilde dağılırlar. Gelgelelim, Modi’in İllit’e doğru yola çıkan yerleşimciler öykünün sonunda yeni bir duvarın inşa edilmiş olduğunu fark edeceklerdir—politikacıların, yöneticilerin tek bildiği çözüm budur çünkü.
Palestine +100’deki iki öyküdeki gelecek tasavvurlarının çakıştığı noktaysa yapay, robotik vücut uzuvları yapılabilmesi. 1948’den, Nekbe’den bu yana süren savaş ve çatışmalarda hayatını kaybedenlerin yanı sıra on binlerce insanın sakat kaldığı hatırlandığında, Filistinli yazarların geleceği tahayyül ederlerken bu konuyu da gündeme getirmiş olmalarına şaşırmamak gerekir. Yine dikkat çekici bir başka ortak nokta da, öykülerin pek çoğunda teknolojiyle beraber denetim ve kontrolün de yeni yol ve yöntemlerinin bulunmuş olması. Distopik bilimkurgularda çok sık rastlarız buna. Teknolojinin özgürleşmeyi değil tutsaklığı, egemenin denetleme/gözetleme gücünü artıracağı hususu, bilimkurgu türünün ilk zamanlarından bu yana üzerinde çok sık durulan bir izlek. İşin ilginci “gerçek hayattaki” durum da “kurmaca”dakinden farklı değil! Özel olarak da İsrail’in Filistinliler üzerinde savaş zamanlarındaki katliam ve soykırımlarının yanı sıra sözümona barış zamanlarında da üst düzeyde kontrol ve denetim mekanizmalarını devreye almış olduğu da bir başka realite. Kitaptaki öykülerden birinde, Tasnim Abutakbih’in “İntikam” öyküsünde dikkatimi çeken bir ayrıntı da şu oldu: Bu öyküde İsrail’in kuruluş yıllarında bazı Filistinlilerin İsrail’e toprak satmış olmaları bahsi geçiyor, ancak bu satışların büyük oranda iradi olmadığı ifade ediliyor. Bir kez daha geleceğin dünyasını düşünür, hayal etmeye çalışırken geçmişi de gözden geçirmekten geri durulmadığına tanık olduğumuz söylenebilir.
Son olarak, biraz da kitapta yer alan öykülerin en uzun ve en muzip olanına değinmek istiyorum. “Çamur Topağı Çocuğunun Laneti” isimli bu öykünün yazarı Mazen Maarouf. Filistinlilerin evlerine el konup göçe zorlanmaları ile duvar meselesi bu öyküde bir arada ele alınıyor. Öykünün anlatıcısı büyükannesi ve kız kardeşiyle daha önceleri köyün en sonundaki evde oturmuştur, birkaç metre ilerilerinde de bir duvar bulunmaktadır; Filistinlilerin köyüyle yerleşimcilerin kibbutz’larını ayıran bir duvardır bu. Duvarın arkasında babaannesine ait bir guava ağacı vardır—tabii ki sadece guava ağacı değil, onun yükseldiği arazi de bir zamanlar yaşlı kadınınmış, ama artık Amir adında bir kibbutz’lu orada yaşamaktadır ve ağaca bakmaktadır. Bu hâlin geçmişteki durumu hayli andırdığı söylenebilir; Nekbe öncesiyle sonrasını. Peki, yüz yıl sonra durum nasıldır? Öykünün giriş cümleleriyle anlatmaya çalışayım. “Her zaman bir süper kahraman olmak istedim. Dünyayı, hatta Falasta’daki bütün çocukları kurtarmak istemezdim. Hayal gücünü çalmaya geldiklerinde kız kardeşimi korumak isterdim sadece. Bana nasıl bir süper kahraman olmak istediğimi soracak olursanız, şunu söyleyebilirim: Çocukların bedenlerindeki mikropları ve bakterileri takip edip yok edebilecek kadar küçük bir yaratık.”18
Ülke Falasta ve Büyük İsrail olarak iki parçaya bölünmüş durumdadır ve elbette bu ikisinin arasına bir duvar inşa edilmiştir. Duvarın üzerine Büyük İsrail’e geçmeye çalışan bir sivrisinek bile olsa onu öldürecek elektrik şokuna maruz bırakacak detektörler yerleştirilmiştir. Bir de gökyüzünde Dabraya Yıldızı adı verilmiş bir yapay uydu vardır; bu uydu graviton parçacıklarından oluşan yerçekimi rüzgârı yayıyordur. (Anwar Hamed’in “Anahtar” öyküsündeki “yerçekimi duvarı”nı hatırlayabiliriz burada.) Rüzgâr her gece esmekte ve Falasta’nın çocuklarından gün boyunca hayal ettikleri her şeyi almaktadır. Toplanan hayal güçleri Dabraya’ya çekilip orada depolanıyor, ihtiyaç duydukları anda Büyük İsrail’deki çocukların zihinlerine yerleştiriliyordur. Ancak hayal güçleri zarar görmüş Yahudi çocuklarına Güney Falastalı çocukların hayal güçlerinin ışınlanmasının olumlu sonuçlar doğurmadığını da aktarır anlatıcı. “Kendilerini başka, yabancı bir çocuğun hayal gücüne hapsolmuş gibi hissetmelerine neden oldu ve bu da onları çıldırttı.”19 (Başkasının hayal gücüne hapsolmak bahsinde de Saleem Haddad’ın yukarıda andığım “Kuşların Şarkısı” öyküsünü hatırlamak mümkün. Orada da Ziyad atalarının nostaljisine, hatıralarına hapsolmaktan söz ediyordu.)
Bu arada Dabraya Yıldızı’nın neden olduğu graviton rüzgârı anlatıcının hayal gücünü çalamamıştır. Anlatıcı mikropları takip eden küçük yaratık, robomikrop üzerine o kadar çok düşünmüş, bu hayali zihninin derinliklerine öyle bir yerleştirmiştir ki, graviton rüzgârı hayal gücünü ondan çalamamıştır. Robomikrobu bu kadar sık hayal etmek ona bağışıklık kazandırmıştır.
Bu uzun öyküyü Mazen Maarouf yukarıdakilere benzeyen birçok metaforla sürdürüyor. Hepsinden söz etmek bütün öyküyü özetlemeyi gerektirir, ama anlatıcının makineli tüfek kurşunlarından korunmak için ağzını çamurla doldurduğunu, bu yüzden bir çamur topağına dönüştüğünü, bu sayede de hayatta kalan son Falastalı olduğunu ekleyebilirim. Bir de şunu: Son Falastalının bünyesinde bütün Falastalıların enerjisini taşıdığını Büyük İsrailliler biliyorlardır; bu nedenle de onu cam bir küpte muhafaza ederler—ölecek olması durumunda açığa çıkacak enerjiden korkulmaktadır. Bu arada, Falasta’nın varlığı sona erdikten sonra kibbutz’lar giderek daha da genişlemiş, daha önemlisi toprak, sınırlar, nehir suları, meyve ve öbür birincil kaynaklar konusunda kendi aralarında anlaşmazlıklar yaşanmaya başlamıştır. Bir yandan da kibbutz’larda yaşayanların önce bahçelerinde, sonra her tarafta Falastalı hayaletler görmeye başladıklarını öğreniriz. Palestine +100’deki öykülerde en sık rastlanan ortak unsur sanırım hayalet. Bunların bazısına yazı boyunca değindim, ancak bu öyküde Maarouf bambaşka bir yerden bakıyor hayalet metaforuna. “Aslına bakılırsa hayalet olanlar kibbutznik’ler de olabilir pekâlâ.” Anlatıcının Yahudi arkadaşı Ze’ev’in Yahudi çocuklara sorduğu şu soru da bu olasılığı gündeme getiriyor:
İçinizden biri bizim değil de onların hayalet olduklarını kanıtlayabilir mi?20
İlk olarak K24’ün “Filistin Edebiyatı ve Direniş” dosyasında yayımlanan yazı, İngilizce çevirisiyle birlikte sunulmaktadır.
Larissa Sansour'un A Space Exodus [Bir Uzay Göçü] filminden kare, 2009, 5’. Sanatçının izniyle.
In Saleem Haddad’s story, simulation or virtual reality functions as a trap, a state of incarceration; yet in other stories, it becomes a means of emancipation. One example is Emad El-Din Aysha’s ‘Digital Nation’. Told from the viewpoint of a Shabak (Israeli Security Agency) director, the story presents the vision of a United Palestinian State simulated in great detail. A virus containing this simulation has infected the virtual reality consoles used by all Israelis, from cyber kids on roller skates to solitary housewives waiting for their Amazon deliveries. The next move comes when every screen in Israel (in schools or on the stock market) is replaced by text in the Arab script. From there, the story unfolds:
If it wasn’t for the old-fashioned physical street signs, people wouldn’t have known what country they were living in. Virtual tour guides, eBooks and online atlases all began rewriting themselves, telling tourists they were, in fact, in Palestine, and replacing all Hebrew names with their pre-1948 Arabic ones. Even printing machines were hacked, meaning all map books came out in Arabic, branded with a Palestinian flag, still upside down in preparation for liberation day.
Soon the geostationary satellites floating up above Israel were infected, and all digital signals coming into the country came in Arabic. Record companies began going broke. The music channels started shutting down. Stereo systems, mp3 players, smartphones, all began turning themselves on, and blaring out hit singles from 1948, mixed in with contemporary Arabic grime, rap and R&B.12
As the virus spreads, youngsters in different parts of the world also come into the picture:
Although technically Palestinians, the two boys had grown up in a variety of different countries, only really calling the virtual landscape of gaming ‘home’. It didn’t matter to them where, geographically speaking, any new craze or meme originated from. If it was trending, they wanted in.
And this was trending: an announcement from cyberspace, made simultaneously to every chatroom on the globe, declaring the formation of the world’s first virtual government. It was a council of long-dead historical figures, apparently, that most gamers would never have heard of—Abu Ammar, Hannan Ashrawi, Ezz Il Din Al-Qasam, Abu Ali Mustafa, Mousa Al-Sadr and so on. Each had their own ministerial portfolios and the player’s task was to pick one, and with them form a cabinet to address pressing economic and international challenges. What distinguished this from an elaborate version of The Sims, however, was the fact that real-world problems and requests were being fed into the game.13
Then, in Ahmed Masoud’s story ‘Application 39’, we are introduced to two hackers. When we meet them, the connections between Palestinian cities have been severed both by land and air. However, a network of underground tunnels, with functioning elevators, connects the cities (each now a city-state). Rayyan and Ismael have not been able to return to their families since the war that began in 2025. It was right after this period that Palestinian cities, unable to maintain physical contact, declared themselves independent states.
‘Air travel had not been possible since the end of the twentieth century, so the city-states had put everything into tunnelling back into contact with each other – starting with shabby old holes Hamas had first dug during its rule.’14 Notably, the story’s narrator refers to the period before the 2025 War as ‘the rule of Hamas and Fateh,’ which could be considered as an example of presenting a picture of the present while narrating the future.
I have mentioned that Rayyan and Ismael are hackers, but they don’t hack the systems of the enemy nation. Rather, they apply to host the 2048 Olympic Games in Gaza by forging the signature of their own head of state. Once this forgery is revealed, a top-level female administrator, Lamma, takes them to the president of the State of Gaza, but to her surprise, the president finds the idea of hosting the Olympics quite plausible, believing it could be an opportunity to unite all Palestinian city-states. Afterward, Lamma asks how they intend to make it happen: ‘How are we going to host a marathon, for instance, when the city’s only six kilometres wide? Or the water sports—rowing, sailing, long-distance swimming—when we only have a two-mile long stretch of coast?’15
The answer, as one may presume, is to ‘build tunnels.’ Swimming lanes can be set up along the two-mile coast, and the seabed excavated for diving. Needless to say, this project is far from straightforward. In his short story, Masoud points not only to Israel as the source of the problem, but also to another city-state, suggesting that one of the fundamental issues of Palestine is dividedness.
The book also features a virtual wall story. While Majd Kayyal’s aforementioned story ‘N’ depicted two parallel worlds existing on the same land, Anwar Hamed’s ‘The Key’ introduces a ‘gravity wall’ – ‘a transparent shield, created by a subatomic “tampering” with the gravitational field along certain geographic coordinates.’ And ‘only those with the right chip (implanted in the neck of all newborns), and chips with the right code’ may pass through the gates in the wall, where the gravitational distortion is perforated.16
There are two reasons for the construction of such a wall. The first is that the idea of returning home is still very much alive for Palestinians who have been displaced from their homes and for their descendants. Thus, the Israeli narrator explains that his grandfather, who worked at the institution responsible for the construction of the wall, feared, more than weapons, the keys Palestinians still kept to the homes they had once lived in. Those who shared his grandfather’s view chose to build this ‘gravity wall,’ having observed that physical walls were of no use at all. Psychologically, the concrete walls had the exact opposite effect. However, this transparent wall would not work either, since, even though the wall was no longer tangible, the locks on the doors of the homes remained as real as ever.
In future-set stories, the arrival of aliens on Earth is hardly surprising – and so it is in Talal Abu Shawish’s story ‘Final Warning’. Set in Ramallah and Modi’in Illit, a city of Jewish settlers, the story begins when, one morning, the people wake up to a world where time has stopped, and all electronic devices have failed. Muslims, Jews, and Christians alike are gripped by panic, believing judgment day has arrived, and each community gathers around its religious cleric. They soon realize the presence of a massive spaceship, from which a voice declares that the destruction of this part of the world would be instantaneous and that they have come for a final warning:
Your struggles in this tiny sector of the planet’s surface have, for more than a hundred of your planet’s orbits, caused more tension and conflict, directly and indirectly, beyond its borders than any other area of its size in the known universe. Your conflict acts as a symbol, a case study, a metaphor, a lightning rod, a red rag for conflicts across the entire planet’s surface. By continuing to threaten the planet’s stability as a whole, you also threaten the wider galaxy’s stability…17
The people take this warning seriously and disperse, deep in thought, after the spaceship departs. However, at the end of the story, settlers heading towards Modi’in Illit discover that a new wall has been built – the only solution politicians and administrators seem to know.
A key point where the visions of the future in two short stories from Palestine +100 converge is the development of artificial, robotic limbs. Considering tens of thousands have been left disabled in the ongoing wars and clashes since the Nakba, in addition to those who lost their lives, it is no surprise that Palestinian authors touch upon this matter as they imagine the future. Another striking commonality in the stories, alongside technology, is the discovery of new means and methods for control and surveillance. We often come across this in works of dystopian science fiction. It has been a recurring motif since the early days of the genre that technology brings captivity rather than emancipation and increases the sovereign’s power of control and surveillance. Strikingly, the situation in ‘real life’ is no different than ‘fiction’. In this specific context, it is another reality that, alongside the massacre and genocide of Palestinians by Israelis in wartime, advanced control and surveillance mechanisms are also in force during so-called peacetime. Another detail that drew my attention is from Tasnim Abutakbih’s ‘Revenge’. It mentions that during the founding years of Israel, some Palestinians sold land to Israel, though these transactions were mostly involuntary. Once again, we witness how, in envisioning the future, the authors do not refrain from reassessing the past.
Finally, I would like to touch upon the longest and most humorous story in the collection: ‘The Curse of the Mud Ball Kid’ by Mazen Maarouf. The forced seizure of the homes of Palestinians, their forced migration, and the presence of the wall are interwoven in this story. The narrator once lived with his grandmother and sister in a house at the far end of the village, just a few meters from the wall separating the village of the Palestinians from the kibbutz of the settlers. Behind the wall, there is a guava tree that once belonged to his grandmother. Of course, not just the tree, but the land it grows on used to be hers, but now, a kibbutznik named Amir lives there and tends to it. This situation is reminiscent of the past – the before-and-after of the Nakba – so what does it look like a century later? The opening lines of the story offer a glimpse: ‘I’ve always wanted to be a superhero. I didn’t want to save the world, or even save all the children of Falasta. I just wanted to save my sister when they came to steal her imagination. If you had asked me then what kind of superhero I wanted to be, I would have said an extremely small creature, one that tracks down germs and bacteria in the bodies of children and destroys it.’18
The country has been divided into two, Falasta and Greater Israel, and yet again, a wall has been erected between them. On top of the wall, detectors have been installed that would electrocute to death even a mosquito attempting to cross into Greater Israel. In the sky, there is an artificial satellite called Dabraya Star, emitting a gravity wind composed of graviton particles (recalling the ‘gravity wall’ in Anwar Hamed’s story ‘The Key’). Every night, the wind blows and extracts from the children of Falasta all they have imagined during the day. These imaginations are then drawn up to Dabraya, stored there, and inserted into the minds of the children of Greater Israel when they need it. However, the narrator explains that the Jewish children whose imaginations have been damaged do not benefit from the beaming of the imaginations of southern Falasta’s children: ‘this only made them feel like they were trapped in the imagination of some other, unfamiliar kid, which would make them freak out.’19 (In this context of being trapped in someone else’s imagination, we can also recall Saleem Haddad’s story ‘Song of the Birds’, where Ziad talks about being imprisoned by the nostalgia and memories of his ancestors.)
Meanwhile, the graviton wind of the Dabraya Star has failed to steal the narrator’s imagination. He has thought so deeply about the robomicrobe – a tiny creature that follows microbes – and has fixed this vision so firmly in his mind that the wind has failed to steal his imagination from him. Imagining the robomicrobe so frequently has given him immunity.
Maarouf continues this long story with an abundance of metaphors, without recounting them all, I can add this: at one point, the narrator stuffs his mouth with mud to protect himself from machine-gun bullets, transforming into a mud ball, and thus becoming the last Falasti survivor. The Israelis know that this last Falasti stores the energy of all his people, so they put him in a glass cube, fearing the power that might be unleashed in the event of his death. After Falasta ceases to exist, the kibbutzes expand even further, and more significantly, begin to have disputes among themselves over land, borders, river water, fruit, and other primary resources. Meanwhile, the kibbutz residents start seeing Falasti ghosts, first in their gardens, then all around. Ghosts, in fact, appear to be the most recurring motif in Palestine +100. But in this story, Maarouf looks at the ghost metaphor from a completely different angle. ‘In fact, the kibbutzniks might as well be the ones who are ghosts.’ The question posed by the narrator’s Jewish friend Ze’ev to a group of Jewish children captures this possibility:
Can any of you prove that they are the ghosts and not us?20
This text was originally published in Turkish in K24 as part of the ‘Palestinian Literature and Resistance’ series and has been translated into English by Nazım Hikmet Richard Dikbaş.
Related activities
-
Museo Reina Sofia
Palestine Is Everywhere
‘Palestine Is Everywhere’ is an encounter and screening at Museo Reina Sofía organised together with Cinema as Assembly as part of Museum of the Commons. The conference starts at 18:30 pm (CET) and will also be streamed on the online platform linked below.
-
HDK-Valand
Book Launch: Collective Study in Times of Emergency, Gothenburg
with Nick Aikens (L'Internationale Online / HDK-Valand) and Mills Dray (HDK-Valand), 17h00, Glashuset
-
Moderna galerija
Book Launch: Collective Study in Times of Emergency, Ljubljana
with Nick Aikens (L'Internationale Online / HDK-Valand), Bojana Piškur (MG+MSUM) and Martin Pogačar (ZRC SAZU)
-
WIELS
Book Launch: Collective Study in Times of Emergency, Brussels
with Nick Aikens (L'Internationale Online / HDK-Valand), Subversive Film and Alex Reynolds, 19h00, Wiels Auditorium
-
NCAD
Book Launch: Collective Study in Times of Emergency, Dublin
with Nick Aikens (L'Internationale Online / HDK-Valand) and members of the L'Internationale Online editorial board: Maria Berríos, Sheena Barrett, Sara Buraya Boned, Charles Esche, Sofia Dati, Sabel Gavaldon, Jasna Jaksic, Cathryn Klasto, Magda Lipska, Declan Long, Francisco Mateo Martínez Cabeza de Vaca, Bojana Piškur, Tove Posselt, Anne-Claire Schmitz, Ezgi Yurteri, Martin Pogacar, and Ovidiu Tichindeleanu, 18h00, Harry Clark Lecture Theatre, NCAD
-
–
Collective Study in Times of Emergency, Amsterdam
Within the context of ‘Every Act of Struggle’, the research project and exhibition at de appel in Amsterdam, L’Internationale Online has been invited to propose a programme of collective study.
-
Museo Reina Sofia
Poetry readings: Culture for Peace – Art and Poetry in Solidarity with Palestine
Casa de Campo, Madrid
-
WIELS
Collective Study in Times of Emergency, Brussels. Rana Issa and Shayma Nader
Join us at WIELS for an evening of fiction and poetry as part of L'Internationale Online's 'Collective Study in Times of Emergency' publishing series and public programmes. The series was launched in November 2023 in the wake of the onset of the genocide in Palestine and as a means to process its implications for the cultural sphere beyond the singular statement or utterance.
-
HDK-Valand
MA Forum in collaboration with LIO: Nour Shantout
In this artist talk, Nour Shantout will present Searching for the New Dress, an ongoing artistic research project that looks at Palestinian embroidery in Shatila, a Palestinian refugee camp in Lebanon. Welcome!
-
–
International Day of Solidarity with the Palestinian People: Activities
To mark International Day of Solidarity with the Palestinian People and in conjunction with our collective text, we, the cultural workers of L'Internationale have compiled a list of programmes, actions and marches taking place accross Europe. Below you will find programmes organized by partner institutions as well as activities initaited by unions and grass roots organisations which we will be joining.
This is a live document and will be updated regularly.
-
–SALT
Screening: A Bunch of Questions with No Answers
This screening is part of a series of programs and actions taking place across L’Internationale partners to mark International Day of Solidarity with the Palestinian People.
A Bunch of Questions with No Answers (2025)
Alex Reynolds, Robert Ochshorn
23 hours 10 minutes
English; Turkish subtitles
Related contributions and publications
-
The Repressive Tendency within the European Public Sphere
Ovidiu ŢichindeleanuInternationalismsPast in the Present -
Rewinding Internationalism
InternationalismsVan Abbemuseum -
Troubles with the East(s)
Bojana PiškurInternationalismsPast in the Present -
Right now, today, we must say that Palestine is the centre of the world
Françoise VergèsInternationalismsPast in the Present -
Body Counts, Balancing Acts and the Performativity of Statements
Mick WilsonInternationalismsPast in the Present -
Until Liberation I
Learning Palestine GroupInternationalismsPast in the Present -
Until Liberation II
Learning Palestine GroupInternationalismsPast in the Present -
Editorial: Towards Collective Study in Times of Emergency
L’Internationale Online Editorial BoardEN es sl tr arInternationalismsStatements and editorialsPast in the Present -
Opening Performance: Song for Many Movements, live on Radio Alhara
Jokkoo with/con Miramizu, Rasheed Jalloul & Sabine SalaméEN esInternationalismsSonic and Cinema CommonsPast in the PresentMACBA -
Siempre hemos estado aquí. Les poetas palestines contestan
Rana IssaEN es tr arInternationalismsPast in the Present -
Diary of a Crossing
Baqiya and Yu’adInternationalismsPast in the Present -
The Silence Has Been Unfolding For Too Long
The Free Palestine Initiative CroatiaInternationalismsPast in the PresentSituated OrganizationsInstitute of Radical ImaginationMSU Zagreb -
En dag kommer friheten att finnas
Françoise Vergès, Maddalena FragnitoEN svInternationalismsLand RelationsClimateInstitute of Radical Imagination -
Everything will stay the same if we don’t speak up
L’Internationale ConfederationEN caInternationalismsStatements and editorials -
War, Peace and Image Politics: Part 1, Who Has a Right to These Images?
Jelena VesićInternationalismsPast in the PresentZRC SAZU -
Live set: Una carta de amor a la intifada global
PrecolumbianEN esInternationalismsSonic and Cinema CommonsPast in the PresentMACBA -
Rethinking Comradeship from a Feminist Position
Leonida KovačSchoolsInternationalismsSituated OrganizationsMSU ZagrebModerna galerijaZRC SAZU -
The Genocide War on Gaza: Palestinian Culture and the Existential Struggle
Rana AnaniInternationalismsPast in the Present -
Broadcast: Towards Collective Study in Times of Emergency (for 24 hrs/Palestine)
L’Internationale Online Editorial Board, Rana Issa, L’Internationale Confederation, Vijay PrashadInternationalismsSonic and Cinema Commons -
Beyond Distorted Realities: Palestine, Magical Realism and Climate Fiction
Sanabel Abdel RahmanEN trInternationalismsPast in the PresentClimate -
Collective Study in Times of Emergency. A Roundtable
Nick Aikens, Sara Buraya Boned, Charles Esche, Martin Pogačar, Ovidiu Ţichindeleanu, Ezgi YurteriInternationalismsPast in the PresentSituated Organizations -
Collective Study in Times of Emergency
InternationalismsPast in the Present -
S come Silenzio
Maddalena FragnitoEN itInternationalismsSituated Organizations -
ميلاد الحلم واستمراره
Sanaa SalamehEN hr arInternationalismsPast in the Present -
عن المكتبة والمقتلة: شهادة روائي على تدمير المكتبات في قطاع غزة
Yousri al-GhoulEN arInternationalismsPast in the Present -
Archivos negros: Episodio I. Internacionalismo radical y panafricanismo en el marco de la guerra civil española
Tania Safura AdamEN esInternationalismsPast in the Present -
Re-installing (Academic) Institutions: The Kabakovs’ Indirectness and Adjacency
Christa-Maria Lerm HayesInternationalismsPast in the Present -
Palma daktylowa przeciw redeportacji przypowieści, czyli europejski pomnik Palestyny
Robert Yerachmiel SnidermanEN plInternationalismsPast in the PresentMSN Warsaw -
Masovni studentski protesti u Srbiji: Mogućnost drugačijih društvenih odnosa
Marijana Cvetković, Vida KneževićEN rsInternationalismsPast in the Present -
No Doubt It Is a Culture War
Oleksiy Radinsky, Joanna ZielińskaInternationalismsPast in the Present -
Cinq pierres. Une suite de contes
Shayma Nader–EN nl frInternationalisms -
Dispatch: As Matter Speaks
Yeongseo JeeInternationalismsPast in the Present -
Speaking in Times of Genocide: Censorship, ‘social cohesion’ and the case of Khaled Sabsabi
Alissar SeylaInternationalisms -
Today, again, we must say that Palestine is the centre of the world
Françoise VergèsInternationalisms -
Isabella Hammad’ın icatları
Hazal ÖzvarışEN trInternationalisms -
To imagine a century on from the Nakba
Behçet ÇelikEN trInternationalisms -
Internationalisms: Editorial
L'Internationale Online Editorial BoardInternationalisms -
Dispatch: Institutional Critique in the Blurst of Times – On Refusal, Aesthetic Flattening, and the Politics of Looking Away
İrem GünaydınInternationalisms -
Until Liberation III
Learning Palestine GroupInternationalismsPast in the Present -
Archivos negros: Episodio II. Jazz sin un cuerpo político negro
Tania Safura AdamEN esInternationalismsPast in the Present -
Cultural Workers of L’Internationale mark International Day of Solidarity with the Palestinian People
Cultural Workers of L’InternationaleEN es pl roInternationalismsSituated OrganizationsPast in the PresentStatements and editorials